26 Mayıs 2009 Salı

0324546545



0324546545
kimlik

27 mayıs 2009 çarşamba,saat 13.oo'da istanbul üniversitesi öğrenci kültür merkezi sinema salonu'nda...kıpkısa bir film...ondan kelli beklemekteyiz.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

3. boyut

gelecek program geldi sevgili okuyucular;

önceki konuya değinmek gerekirse;en sevdiğimiz şeydir aslında en ünsüz adamları en ünlü adam yapmak.

ve günün konusu:

bu konunun yetkili kişisi olmayı ben istedim.aslında istemekten ziyade bir görev bilinci,bir aidiyet duygusu oldu.zaten çok sevgili heidi sıranın bende olduğu yazının konusunu -sıraya girdik yani,burdan bu çıkyor - benim adıma belirleyerek belki de benim kıvrım kıvrım kıvranmalarıma bir son vermiş oldu.

şimdi efendim bendeniz bu konuya belki de bazı okuyucularımızın güleceği bir şekilde,ingilizce karakterle "platonic" açıdan kendime bir yol çizerek irdeleyeceğim.gülmek diyorum çünkü okuldaki son senemde kafama eksiksiz bir şekilde yerleşmiş olan bu "platonic point of view" sayesinde pek çok sıkıntımdan rahatlıkla kurtulabiliyorum ve bu durum bir düşününce hakikaten gülünç,ironik,satirik bir durum.lafı uzatmadan başlayalım:

aslında o adam sadece bir gölgeydi.

ben-sen ya da o ya da biz...bir mağaranın içindeydik ve sırtımız mütemadiyen dönüktü dışarıdaki ışığa.sadece duvardaki gölgelerle yetindik onlardan ibaret olduk.olayı ağlamaklı boyutlara getirmek niyetinde değilim,hani derler ya sesli düşünüyorum...sonra sevgili okuyucu bir gün geldi o gölge kayboldu,döndük arkamıza baktık "aa gölgeymiş" dedik.peki o mağaradan çıktık mı,şöyle bir başımızı dışarı uzatıp ne var ne yok baktık mı?hayır.işte bütün mesele buydu belki de.o adamın gölgesi mağarımızın duvarında cirit atarken,adamın kendisi dışarıda belki de fevkalade keyfili bir gün geçirmekteydi.gölgeler değişti ama o adam değişmedi.duvarımıza düşen her gölge o adamın çarpıtılmış suretiydi.ruhsuz.sessiz.ısrarla kendisinden çok şey beklenen karanlık bir imge gözleri bulandıran.ne yapsa aslında yalan.

şimdi ben yine mağaramdan sesleniyorum.hepsi bu.

ne garip değil mi sevgili heidi?birileri televizyonun içine girmekte,birileri bir mağarada duvar resmi olmakta.üç boyutlu gözlüklerle mi bakmamız gerekiyor,bu mudur yani olayımız çözemedim ondan kelli bilmiyorum.

ben galiba bu yalancılığı çok seviyorum.

p.s:bunun üstüne vega dinlemeye ne dersiniz? yalansa yalanı severim...sevmez misiniz? ..elimde değil..

13 Mayıs 2009 Çarşamba

uzun zaman sonra

nazlı hanımla telefonda konuşuyorduk az evvel. ben ona şahsî hayatımın son havadislerini veriyordum. o küçük beyoğlu'nda bir masada oturmuş beni dinliyordu, bense ranzamın tepesine tünemiş bi şeyler saçmalıyordum telefonun ses iletgencine.
bir aydır yazmıyoruz farkında mısın? dedim neden sonra. evet ama benim internetim yok diye karşı çıkacak oldu nazlimu ama ben izin vermedim. ona bakarsan ben de über-meşgulüm ama bunlar yazmamak için bahane olamaz dedim. biz burayı açarken böyle sözleşmedik bacım dedim. beyoğlu'nda bi kafede, bir avuç yiğidin arka masasında, bir kül tablası dolusu izmaritle biloğumuza isim düşünürken hep yazacağız he mi nazlimu dedim ben, sen de elbet yazacağız heheyt dedin. hatırla bunları derim ben de sana şimdi.
iyi ki "en sadık okuyucu ever" debris hanım dürttü bizi de silkelendik. buradan teşekkür eder, burnundan öperiz.

evet, bu yazımızın konusu ünlü olmak.
ünlü olmak ikiye ayrılır dostlar: birdenbire ünlü olmak ve yavaş yavaş ünlü olmak. ünlüler de ikiye ayrılır: ünlü olduğunun farkında olanlar ve olmayanlar. bugüne kadar hiçbir tanıdığım ünlü olmadığı için ünlü bir tanıdığının olması hissi ne demek bilmezdim. burada ünlüden kasıt tabii öyle ibrahim tatlıses-sibel can-hülya avşar triosunun sahip olduğu bir ün olmamakla beraber yine de işte ne bileyim böyle televizyonda bir hafta içinde birden fazla kanalda görünmek kıvamında bir ünlü olma durumudur. (geçtiğimiz cümleyi doğru bi şekilde öğelerine ayırana şeker vericem unutturmayın).
ünlü olmak; sokakta herkesin tanıması, el sallaması falan bir insanın ne kadar, nereye kadar arzu edeceği bir şeydir bilmiyorum. ama can sıkıcı bir şeye benziyor bana kalsa. bi insan bugün bi bakkala girip yarım ekmeğin içine kavurma istediğinde aaaayyyyy aylecenek severek izliyoruz sizi! gibi bi tepki duymaktan hoşlanmasa gerek. o da surat asan bi bakkal, çemkiren bi berber olsun ister hayatında. biri de arkasından nemrut adam diye küfretsin ister belki. insan bu, olur olmaz her şeyi ister belli mi olur a dostlar.
ünlü olmanın artıları/eksileri listesinde hangi taraf ağır basar bilemiyorum yine de. en büyük artı sahneye donunu fırlatan ya da posterinizi odasının duvarına asan kadın hayran oluyorken en büyük eksi herhalde ünlünün akrabası sıfatıyla sosyal alanda terfi ya da kız tavlama (ya da tam kelimeyi kullanacak olursak, karı kız kaldırmak) aktiviteleri içerisine girmeye çalışan kardeş, abi, kuzen, kayınço, enişte vs. tayfasıdır herhalde.
neyse belki de meşhurun ünü ünsüzün çenesini yormaktadır. ama tuhaf hismiş kanlı canlı adamın televizyonun içine girmesi, onu gördüm ben. komik falan.

ondan kelli'de gelecek program: garip bir adamın akıllara durgunluk veren gönül macerası... kararsız bir adamın ıssız çelişkileri... bakan, bakan, bakan ve utanmadan susan bir adam ve bu duruma şaşıran kadının öyküsü. karşımızdakinin aklından geçenleri okuma yetisi/makinesi, telepati, metafizik zatturu zöttürü.
yakında, çok yakında.