16 Nisan 2010 Cuma

sarih delilik!

sarih... delilik! sarih...

www.sarihdelilik.blogspot.com

-0-

30 Aralık 2009 Çarşamba

hindistan'a gidecek adam

hindistan'a gidip gelmiş kadar olgun bir ruha sahip olsam. bıçak hâlâ sırtımdayken...

yazıp bırakmışım haziran ayında. ondankelli'de taslaklar arasında bulmuşum sonra. unutmuşum niye yazdığımı, arkasından ne yazacağımı ama burada bu haliyle dursun işte. gizli saklı saklı kalmasın bu cümle bile.

4 Ekim 2009 Pazar

öylesine.

bu yazı da heidi'nin özürüne bir cila yazısı olsun.

ondankelli'den iyice umudumu kesmiş iken,hızlı geçen uzun bir zaman sonra terkedilmiş bloğu bir ziyaret edeyim dedim ve ne göreyim;biraz buruk,biraz umutlu,muallakta olmanın bize ve bloğa haslığını üstünde taşıyan bir özür yazısı kondurmuş heidi.bu geçen süre içinde değişmeyen şeylerden biri belirsizliğim oldu da,değişen şeyler ne oldu,onu da birisine sormam lazım.ben yine sadece fosforlu kalemlerle içinde kendimi bulduğum satırların altını çizmekle,keşke bunları ben yazsaymışım demekle yetinirken,heidi hanımcık kendine özgü cümlelerini saçmış durmuş puantiyeli bloğuna.ben o sıralarda buradan çok uzakta,hiç hesapta ve planda yokken özlemekle meşguldum.nazlı nerde diye soranlara 'valizini topladı,özlemeye gitti.' deseydi birileri,kimse o insana neden dedin diyemezdi,doğruydu.kimi özledin sorusuna gelince,bu sorunun cevabı ilgili kişilere verilirken,aynı saatlerde berlin'den bir tren macaristan'a doğru yola çıkmak üzereydi ve ben o trenin içinde yoktum en esaslı planım olduğu halde.bir de o sırada küçük bir kart kaybolmaktaydı ve ben o kart kaybolacağı için darmadağan bir odayı iyice dağıtarak ağlayacağımı,bir kaç gün sonra da yaşadığım o keskin üzüntünün mükafatı olarak altı senelik bir bekleyişimin bir mola alacağını bilmemekte idim.

bugün günlerden pazar,dışarısı yağmurlu ve karanlık ve ıslak ve istanbul;ondan kelli ne özleyiş ne bekleyiş biter durduk yere.

sevgiyle.

30 Eylül 2009 Çarşamba

özür yazısı

ondan kelli için ve ondan kelli adına utanıyorum ve özür diliyorum. resmen unutulmuş ve terkedilmiş bir hâlin var. benimse gardım inik, burnum falan yerde; savunmuyorum bile kendimi. biz sana başlarken böyle söz vermemiştik üstad, gelip geçici bir heves değildin sen. ne benim için ne nazlimu için.
bilmiyorum niye böyle oldu. hani "kötü çocuk", "iyi kızı" terkederken der ya, tumturaklı bir cümledir, ince sızılı: "sen benim için fazla iyiydin". "fazla" yeşil fosforlu kalemle çizili.
işte öyle bir şey oldu sanki bizimkisi. bir bütün olamadık şu ana kadar.
şimdi bundan sonra söz, böyle olmayacak artık, seni hiç yalnız bırakmayacağız desem ne sen bana inanırsın ne ben sana umut verebilirim.
en iyisi muallak kalsın her şey. her zaman olduğu gibi.
ondan kelli oyuna belirsiz süreli çay, kahve ve ihtiyaç molası...

26 Mayıs 2009 Salı

0324546545



0324546545
kimlik

27 mayıs 2009 çarşamba,saat 13.oo'da istanbul üniversitesi öğrenci kültür merkezi sinema salonu'nda...kıpkısa bir film...ondan kelli beklemekteyiz.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

3. boyut

gelecek program geldi sevgili okuyucular;

önceki konuya değinmek gerekirse;en sevdiğimiz şeydir aslında en ünsüz adamları en ünlü adam yapmak.

ve günün konusu:

bu konunun yetkili kişisi olmayı ben istedim.aslında istemekten ziyade bir görev bilinci,bir aidiyet duygusu oldu.zaten çok sevgili heidi sıranın bende olduğu yazının konusunu -sıraya girdik yani,burdan bu çıkyor - benim adıma belirleyerek belki de benim kıvrım kıvrım kıvranmalarıma bir son vermiş oldu.

şimdi efendim bendeniz bu konuya belki de bazı okuyucularımızın güleceği bir şekilde,ingilizce karakterle "platonic" açıdan kendime bir yol çizerek irdeleyeceğim.gülmek diyorum çünkü okuldaki son senemde kafama eksiksiz bir şekilde yerleşmiş olan bu "platonic point of view" sayesinde pek çok sıkıntımdan rahatlıkla kurtulabiliyorum ve bu durum bir düşününce hakikaten gülünç,ironik,satirik bir durum.lafı uzatmadan başlayalım:

aslında o adam sadece bir gölgeydi.

ben-sen ya da o ya da biz...bir mağaranın içindeydik ve sırtımız mütemadiyen dönüktü dışarıdaki ışığa.sadece duvardaki gölgelerle yetindik onlardan ibaret olduk.olayı ağlamaklı boyutlara getirmek niyetinde değilim,hani derler ya sesli düşünüyorum...sonra sevgili okuyucu bir gün geldi o gölge kayboldu,döndük arkamıza baktık "aa gölgeymiş" dedik.peki o mağaradan çıktık mı,şöyle bir başımızı dışarı uzatıp ne var ne yok baktık mı?hayır.işte bütün mesele buydu belki de.o adamın gölgesi mağarımızın duvarında cirit atarken,adamın kendisi dışarıda belki de fevkalade keyfili bir gün geçirmekteydi.gölgeler değişti ama o adam değişmedi.duvarımıza düşen her gölge o adamın çarpıtılmış suretiydi.ruhsuz.sessiz.ısrarla kendisinden çok şey beklenen karanlık bir imge gözleri bulandıran.ne yapsa aslında yalan.

şimdi ben yine mağaramdan sesleniyorum.hepsi bu.

ne garip değil mi sevgili heidi?birileri televizyonun içine girmekte,birileri bir mağarada duvar resmi olmakta.üç boyutlu gözlüklerle mi bakmamız gerekiyor,bu mudur yani olayımız çözemedim ondan kelli bilmiyorum.

ben galiba bu yalancılığı çok seviyorum.

p.s:bunun üstüne vega dinlemeye ne dersiniz? yalansa yalanı severim...sevmez misiniz? ..elimde değil..

13 Mayıs 2009 Çarşamba

uzun zaman sonra

nazlı hanımla telefonda konuşuyorduk az evvel. ben ona şahsî hayatımın son havadislerini veriyordum. o küçük beyoğlu'nda bir masada oturmuş beni dinliyordu, bense ranzamın tepesine tünemiş bi şeyler saçmalıyordum telefonun ses iletgencine.
bir aydır yazmıyoruz farkında mısın? dedim neden sonra. evet ama benim internetim yok diye karşı çıkacak oldu nazlimu ama ben izin vermedim. ona bakarsan ben de über-meşgulüm ama bunlar yazmamak için bahane olamaz dedim. biz burayı açarken böyle sözleşmedik bacım dedim. beyoğlu'nda bi kafede, bir avuç yiğidin arka masasında, bir kül tablası dolusu izmaritle biloğumuza isim düşünürken hep yazacağız he mi nazlimu dedim ben, sen de elbet yazacağız heheyt dedin. hatırla bunları derim ben de sana şimdi.
iyi ki "en sadık okuyucu ever" debris hanım dürttü bizi de silkelendik. buradan teşekkür eder, burnundan öperiz.

evet, bu yazımızın konusu ünlü olmak.
ünlü olmak ikiye ayrılır dostlar: birdenbire ünlü olmak ve yavaş yavaş ünlü olmak. ünlüler de ikiye ayrılır: ünlü olduğunun farkında olanlar ve olmayanlar. bugüne kadar hiçbir tanıdığım ünlü olmadığı için ünlü bir tanıdığının olması hissi ne demek bilmezdim. burada ünlüden kasıt tabii öyle ibrahim tatlıses-sibel can-hülya avşar triosunun sahip olduğu bir ün olmamakla beraber yine de işte ne bileyim böyle televizyonda bir hafta içinde birden fazla kanalda görünmek kıvamında bir ünlü olma durumudur. (geçtiğimiz cümleyi doğru bi şekilde öğelerine ayırana şeker vericem unutturmayın).
ünlü olmak; sokakta herkesin tanıması, el sallaması falan bir insanın ne kadar, nereye kadar arzu edeceği bir şeydir bilmiyorum. ama can sıkıcı bir şeye benziyor bana kalsa. bi insan bugün bi bakkala girip yarım ekmeğin içine kavurma istediğinde aaaayyyyy aylecenek severek izliyoruz sizi! gibi bi tepki duymaktan hoşlanmasa gerek. o da surat asan bi bakkal, çemkiren bi berber olsun ister hayatında. biri de arkasından nemrut adam diye küfretsin ister belki. insan bu, olur olmaz her şeyi ister belli mi olur a dostlar.
ünlü olmanın artıları/eksileri listesinde hangi taraf ağır basar bilemiyorum yine de. en büyük artı sahneye donunu fırlatan ya da posterinizi odasının duvarına asan kadın hayran oluyorken en büyük eksi herhalde ünlünün akrabası sıfatıyla sosyal alanda terfi ya da kız tavlama (ya da tam kelimeyi kullanacak olursak, karı kız kaldırmak) aktiviteleri içerisine girmeye çalışan kardeş, abi, kuzen, kayınço, enişte vs. tayfasıdır herhalde.
neyse belki de meşhurun ünü ünsüzün çenesini yormaktadır. ama tuhaf hismiş kanlı canlı adamın televizyonun içine girmesi, onu gördüm ben. komik falan.

ondan kelli'de gelecek program: garip bir adamın akıllara durgunluk veren gönül macerası... kararsız bir adamın ıssız çelişkileri... bakan, bakan, bakan ve utanmadan susan bir adam ve bu duruma şaşıran kadının öyküsü. karşımızdakinin aklından geçenleri okuma yetisi/makinesi, telepati, metafizik zatturu zöttürü.
yakında, çok yakında.

18 Nisan 2009 Cumartesi

bir cumartesi adambendesincilik

havada bi inat var, nazlımu. inadına güzel, inadına sıcak. güneş sıcak, ama benim kadar değil. artık sen nazlimu'sun, ben heidi. ondan kelli oyun yeni başladı.

bir cumartesi.bir adamsendecilik.

kim olduğumuzu bilmediğimizden değil,tamamen üşengeçlikten boş şu sağda görülen yerler sevgili dostlar.ondan kelli üstümde hala dünkü kıyafetlerim var.

yürü ya kulum deyin bana.

14 Nisan 2009 Salı

Here in my shadows,I am safe,I am free...

gözümle görmeden inandım blog.

başımdan aşağı kaynar sular bile dökülmedi.öyle ki gittim bir süre sonra kendime buz gibi bir pepsi alıp höpürdete höpürdete içtim.sakız bile çiğnedim.neredeyse bir sene oluyor.güzel bir hikaye yazıyordum biri geldi çat diye çekti kağıdı önümden.'peki' dedim oturdum bugün çimlere.güneş güzel,çok güzel.'ya ben zaten çok durmayacaktım' dedim.öyle işte.güzel bir gündü.o gün bu gündü.ondan kelli yarın yağmur yağacak belki de.

laf arasında sevgili blog okuyucusu,izlemediysen 'gölgesizler' i izle.sonra da sor kendine:kar neden yağar,kar?
karlar düşmüş ağlamamışım,şimdi mi ağlayacağım bayım?

haa-haa-haaaa!!!

iyi seyirler herkese.